22 Kasım 2010 Pazartesi

At'la Kelebek

Dizlerini, kırmızı balığa basıp kayınca kanattı deniz, oğlanlar ağlayınca bizim sokağı su bastı, ismiydi deniz, cismiydi kara kutu, anası kaptan, babası mizah dergilerinde karakter oyuncusu.
Ulan deniz biraz daha bağırsan İstanbul kendini inkar edicek, her şeyin bir yalandan ibaret olduğu anlaşılacak; bi ayyaşın kulağına iliştirdiği kızıl karanfilden anlaşılamazmış gibi.

Hemen de sardılar yarasını.

- Yara bandına şiir yazayım mı Deniz?
- Siktir git!
- Niye lan? Sen benim kolumdaki alçıya bazı cinsel münasebetlerin temsili resmini çizmedin miydin? Gıkım çıktı mı ha?
- Kolun geçmedi mi daha?
- Yok lan asılmaktan iyileşmiyor.
- He he he

Denizin cennete gideceğini bilsem cehenneme rezervasyon yaptırırım, lakin Cenab-ı Hakk telefonlara çıkmıyor.

..

Beklemeden sümüğümü kazağımın koluna sildim, dünyaca meşhur bir tablonun tam ortasında gibiyim, ressam boya yerine sümük kullanmış, fırçası burnuma yaklaştıkça daha iyi anlıyorum. Deniz’ in dizleri kanlı, benim burnum sümüklü, hanginiz daha romantik diye sordukları vakit, kuyruğu dik tutmaya çalışan o köpek benim. Deniz kırkına gelmeden, ben onun ellisine geleceğim. Yine de aynı yılda doğduk biz, annelerimiz rahimlerindeki saatli bombayı aynı dakikaya kurmuş, diğer biçok kadın gibi.

..

Sokağın kurtarılmış bu bölgesinde hiçbir kadın birbirine orospu demez,- denizin anası bile, kibarlıklarından kırılırlar da orospu diyecekleri yerde kerhane tatlısı deyiverirler pencereden pencereye.

Şehri kurcalasak buna benzer çok masal dökülür, ama hiç biri; deniz, bizim çocuklar, kocaman memeleriyle kötülüklere karşı organik cepheler açan anneler, güneşe burun kıvıran havaya girmiş plastik çiçekler kadar gerçek olamaz.

Hani sırası gelse tıraşı uzamış hayatın yanağına usturayla isimlerini kazıyan delikanlılar kesiliverirdik.

Ama her şeyden önce birimizin burnunu, birimizin dizini silmesi gerekirdi.

Bunun için çok zaman gerekirdi.

- Deniz lan büyüyelim mi?
- Siktir git!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder