21 Şubat 2011 Pazartesi

Pruva

İlk sahibim, gözlerine eklediği sonsuz mesafelere Arizona güneşleri serpiştirebileceğiniz inatçı bir werther kırmasıydı, ondan aykırı bir kaç kitap ve ortanca bir kalp çaldığım tenekeden günlerimizin üzerine üç beş yaldızlı mermi sıktım.

gözlerimi şaibeli bir kumarda kaptırdım kapital bir çingeneye

alıp götürdü beni Zagrep radyosunun çektiği herhangi bir yere

şehrin üzgün molozlarına aykırıydı insan tamir eden alaylı aşklar, ilk sahibim, sevgililerini dantellerine gizleyen yaşlı kadınlar kadar inatçı bir werther kırmasıydı,
kendine elbiseler çizen çıplak bir ressam gibi, kısa zamanda beni de çizgimin dışına taşırdı.

Osmanlıca’da antika ne demekse ben tam da öyle bir şeydim,

iki mayın arası mesafeyi nasılsa delirmeden geçecektim.

..

Sonra ekvatora bir sır gömdüm ben, ortasından çatladı dünya.
Sonra ilk sahibim de benzemeye başladı,
Rus edebiyatına öykünen Tanrıya.

Ben beraber gömülelim mi diyecekken günlerce üzerinde düşündüm

Kurşuna dizilmek de ne düzgün bir ölüm.
..

İlk sahibim,
karanlık gecekondu çamurlarında sanat kovalayan inatçı bir werther kırmasıydı.

O da suyu ihmal edilmiş, şaibeli her erkek gibi
erozyondan öldü.

Toprağı bol olsun.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Ja?

Uzun yola çıkmadan, yeni senaryolar üzerinde çalışan tanrılardan ve mermi vızıldayan oksijensiz tiyatrolardan elde bir ben var, bir ben,
elden düşme, etnik bir yolculuğun ardından elleri törenlerle koparılmış bir kabileye; uzun bir yol..

Mayamda iki başlı bir din, peronda içi masal dolu bir tren, gitmek için bir şey, bir neden.
gitmek haliyle; uçsuz bucaksız bir neden.

Yol boyunca aile fotoğraflarından istifa edip, Şems’e doğru ilerlemek, dünya tarihine demirlemek, göğüs kafesimi tırmalayan hayvanı terbiye etmek için, bir gün fazladan yaşamanın sınavını veriyorum.

Gitmek en iyi haliyle, kalmanın içine kapanık felcinden sınır dışı edilen bir beden.

İşi bırakıyorum, -geride- ellerimi, dumanı tüten elbiselerimi,
sahibine ateş eden çin malı tüfeklerimi, soylu mahallelere sıçrayan
üçüncü dünya savaşı ihtimallerini.

Kendimi bırakıyorum en iyi halimle.
Nazilerin ölüm listesinden baharda yapılacaklar listesine
ismimi kaybedilmiş miladi ara sayfalardan temizliyorum.

Bir ben var; kirlenmek için haklı bir neden.

Punksavar bir nazinin ilahi ceplerinden karıştırıp bulduğu ruhani ve çıplak bir sabun.

Bir pislikmiş gibi, bahanesi de hazır kendinden

-Bir insanı en iyi bir insan temizler.

evet belki bu yüzden,
gitmek uçsuz bucaksız bir neden.

4 Şubat 2011 Cuma

Süt

Eski moda gözlerinde uçuşan kara sineklerle, bir batakhaneyi seyrettiği yavşak zamanlarda, viski şişelerine düşürdüğü mutluluk hikayelerini, kafadan çatlak kadehlerde ararken, annesiyle babasını aynı bardakta karıştırırdı çoğu kez.
Beni de karıştırdığı günler oluyor, daha çok bir generalin metresi ya da köşedeki büfeciyle aynı rüyadan uyanıyorum.
..

Onun iğne deliği gözlerinden geçmek ince bir ruh gerektiriyor, general, ben ve büfeci bir hayli iriyiz.
Halbuki, her şizofreninin kendine göre bir beden ölçüsü var, üstelik dünya çok küçük.

..

Akşamları zaman, küçükken gördüğümüz bir film gibi akarken o,
bir varmış bir yokmuş şişelerinde numaradan ayyaş ve teatral.

Şişede üç ihtimal var:
ağır tahrik, su ve orospu çocukluğu.

O, her yudumda biraz daha çocuklaşırken, dilimin ucuyla tadına bakıyorum.

Şişede anne sütü var.

Bütün haşmetiyle kadehini havaya kaldırıp ekliyor:

“ sütten kesilince içkiye başladım. “

Akşamları zaman, küçükken gördüğümüz bir film gibi akarken, general, ben ve büfeci aynı rüyaya edebimizle sığamadığımızdan, gitmesine engel olamıyorum.

teatral bir ayyaş gibi kapıdan sızıyor.

Arkasından sesleniyorum:

“ çok götsün be!.”

..

Ve fakat aynı sesle:

“ nolur arkanı dönüp gitme. “

Ben tam da o akşam sütten kesiliyorum.