27 Şubat 2012 Pazartesi

Saloon

Balkondan bağıran öbür kadın çok meşgul bir biyografiden izne gelmiş gibi. Usu huylandırmadan hatırlamaya çalışmak zor iş, hatırlamaya çalışıyorum, (saflığı fark etmek saflığı kaybetmenin başlangıcıydı buluyorum). Başından sonuna bu evde bir sürü kadın var ve biri önündekinin gölgesine basınca bir diğeri çığlığı basıyor. Birbirimize bir meridyenden öbür meridyene el sallıyoruz. Bir sürü kadının işgal ettiği küçük bir evde aramızdan uçup gidecek güvercin payları var.
Birkaç güvercin kaçıyor kapıdan birkaç kopuk ip geçiyor elimize. Birbirinden bağımsız birkaç olayı bağlayalım diye hayatımızda, kıyıda ağ onaran balıkçılarla benzer şarkıları söylüyoruz. Nakarat aynı: bundan yirmi dokuz yıl önce yoktum, bundan yirmi dokuz yıl sonra da olmayacağım.

Bir sürü kadın içinde, ihtiyarlık elden ele dolaşan bir sigara, haliyle kimsenin de eline yakışmıyor.

..

Koridordan bağıran kadın gibi,
acıyı elli yaşa göre yorumlayanlarımız eldivenlerini çoktan bırakıp atmış. Mastürbasyon onlar için yalnızca kendini düzeltme ameliyatı.
Bir sürü kadın içinde ellilik iki çıtır erkekleri karga kovalar gibi kovalıyor;
eh bittabi onlar, yirmili yaşlarındayken burjuva avcıları aç kalıp deliye dönsün diye köşedeki kokoreçciye aynı akşam aynı anda veren iki süryani kaçkını.
Bizim neyimize kadın olmak, bizim neyimize elli olmak.
Bizim neyimize bir kokoreçcinin belleğinde asılı en güzel tablo olmak.

Uyuyoruz tam da orada.

İçerden bağıran diğer kadın müziğin sesini açıyor.

(Müzikte bir şey var. Müzik dünyayı kendi aritmetiğine göre kaydediyor, bir mobilyaya bile işliyor, dişlerinin arasına kaçmış bir melodiyle mideleri acıktırıyor. bir savaş başlatacak kadar güzel şarkı söyleyen o ufak tefek kızı, şarkısının en güzel yerinde yiyip bitirebilirim. yamyamlık halet-i ruhiye seçeneklerinden yalnızca biri. müzik de öyle. sıkı bir introda ikilemlerinizi oyuncak ayılarla değiştirebilir, iki yanlışla bir doğruyu ve barda kesiştiğiniz o sarışını götürebilirsiniz.)

Bağırıyoruz tam da orda.

Balkondan bağıranlarla içerden bağıranlar, içinden bağıranlarla evvel zaman içinde bağıranlar en iyi es anını kolluyor.
Elli dedim artık, yeter çok yaşadık. Mütemadiyen kadın olmak böyle bir şey.
Bir sürü kadın olmaksa, materyalist bir anında düzenlediğin küçük bir evin çekmecesinde altı yaşına rastlamaya benzer.
Hiçbir yaş diğer yaşı tanımaz,
hiçbir yaş diğeriyle tutmaz,
aynı yaştakiler çoğunlukla aynı yılı kullanmaz.

bir yaş büyürken her geçen yıl rüyaların genişler,
içerde neler oluyor en çok dışarıdakiler merak eder.

..

İçerideki bütün kadınlara bağırıyorum:
Altı yaşımdan çok sonra, altı yıl Freud’la ilgili bir şeyler okudum,
altı yılımın eksi altı yılı rüya.

Onu görsem tek yapmak isteyebileceğim purosuna bir prezervatif geçirmek olurdu.

Rüya bu ya.

.

Küçük evin bütün güvercinleri uçacak bir gün, bir gün rüyanın en heyecanlı yerinde ayağım kayacak ve/veya olacak bir şeyse de olmayacak bir şekilde saksıdaki toprağa gömüleceğiz tüm kadınlar olarak.

..

Bi gayret havayı boyamak isteyen ressamı da izliyorum o ara.

Diyorum diğer bütün kadınlar neyse de

Resimdeki kadın röprodüksiyonumdur.

27 Aralık 2011 Salı

Ne o..O ne

Mısır çarşısının sapağından ilerleyip sonsuz mutluluğu mumlara hapsettiğini ilan eden adamı gördüğünüz zaman bu paragrafı da ziyaret etmiş olacaksınız.
Baharat çuvallarının ortasında aniden fırlayan yaşlı zombinin elini fark ettiğiniz anda da ilk cümle bitmiş olacak.
Tüm bunlar olurken güneş baba farlarını Afroditin kalçalarına çevirecek ve ışığını kaybetmiş bütün faniler müzik kutusuna birer çeyreklik atıp dünyayı kaplayan parmak izlerine eşlik edecekler..
herkes çocukluğuna iniyor şimdi, burası boy.

..

Ben İstanbul’u herhangi bir fotoğraf stüdyosuna benzetmeden önce kahve fincanında kainatı gören bir falcı kadar deliriyorum. Az kitap okuyup çoğunu unutuyorum, kelimeleri bir meyhanede bırakıp ismini vermek istemeyen kadınların arasına karışıyorum..
ve elbette çoğu kez, kadınları diri diri gömen erkeklerse, erkekleri diri diri doğuran kadınlar oluyor.
Çünkü bütün bahçeleri kapatıyoruz en güzel çiçek için ve bütün dişi kaplama erkekleri çiçeklerle emziriyoruz.

Burası dünyanın en iyi ışık alan yeri.
burada milat, basit bir randevuya gecikme meselesi.

..

Müzik bitti. Sıradaki şarkı az önceki şarkıya gelsin.
Boku dünya literatürüne sokan Tanrı’ya şükürler olsun ki biliriz:
argoda ölüm yaşamaktır.
..

Kıçındaki pamuğu yokluyor Ceyara benzeyen adam:
“Okuma yazmayı söktüğümden beri çocuk sevmek bile koordinatlı bir şey..çoğu zaman pazartesiyle cuma yer değiştiriyor, haftanın diğer günleri insan ticareti ile ilgili masallar dinliyor, az kullanılmış bir pazarteside dünden kalan bir uykuya dalıyorum. hem bir faninin elinden daha başka ne gelir ki?

Gizlice zehirli çiçekler yetiştiriyorum yatağımın altında, bir erkek kendini korumak için daha başka ne yapabilir ki?

sonra unutuyorum kanımın rengi ne, yeşilde karar kılıp kurtlu bir ağaç olmaya karar veriyorum.“

..

İmamın sesini kısıp hayatın sesini açıyoruz:
-Ölümü ağıttan ayıklayın geriye müzik kalır.

her birimizin elinde bir tutam pamuk, repertuarında da 9.8 lik bir şarkı kalıyor.
ve herkes gizliyor bunu birbirinden.

Mısır çarşısında zaman, terledikçe küçülen bir adama benziyor.

..

İkinci paragrafın bu kısmında, az önce yıkadığı donunu sonsuz bir ipe asıp evrende kurumaya bırakan Diyojeni uyandırmamanız gerekiyor;
elbette kendini mecazen asanları, yoku suyla karıştırıp öyle içenleri, plasebo gülümseyenleri..

Plağın sesini kısmalısınız tam burada, nostalji tek ayak üzerinde geçirilen bir moladır çünkü.

ve çoğunlukla karıştırdığınız bir albümün ilk sayfasında yorgun bir insan bulursunuz. deklanşörün zamanı püskürttüğü kağıtta nemli bir yaşam belirtisi arayarak.

Çünkü terledikçe küçülen bir adam eninde sonunda yok olacaktır.
bilirsiniz.

..

Paragrafın bu kısmında,
Ceyar ölüyor,
filmin çıkarılan bir sahnesine kadınlar hapsediliyor.

ve saatlerini tarifeli bir sonsuzluğa göre ayarlayanlar için
elbette

Mısır çarşısında zaman, terledikçe küçülen bir adama benziyor.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Retro Fal

Kendini merak eden bir aynaya bakarak anlatmaya başlayabilirdim şuradan,
elimde kalanın yarısından
ama her şeyden önce hayvan boğazlanacak,
kan merakını bulacak,
fincan kırk yıl önceye kapanacak.

Retro fal..
9.8 lik bir yumruğun muadili.
Fotoğraflarda bile kırışan kadınlar tanıdım.
Cennetler gıcırdayıp çökmeden yakalım şu kandili.

..

Bugün günlerden diğer gün,
diğer günleri bulmacalardan topladım,
elimi kemiren balığı tuttum bir ömür bırakmadım.
Ömrün orta sayfasını anlat dediler, cinsiyeti olmayan bir komadan seslendiler. Anlattım, ilk bölüm heyecanlı değil
-o cenin bir gün gelip bizi düdükleyecek- zira çok da sürmeyecek.
yeterince zaman kaybedince ömrün orta yerinde cephane tükenecek

..

Sustukça ısrar ediyorlar; gece ışığı açınca nasıl gündüz oluyorsa, gündüz de ışığı kapatınca gece olsun. Kabul. Önce yangın merdivenlerini kullanarak cehenneme inmeyi öğreneceğiz. sonrası. malum.
Komanın gettosuna hapsedilirken, cümle içinde kullanılarak öldürüleceğiz.
..

Hiç birini tanımıyorum, her biri kendinden azade, her biri elbiselere emanet dünkü çocuk.
Ömrün bu yakasında hiç biriyle aynı yerdeyim her biriyle ayrı katlarda, aynı yemek masalarında .
Onlarla aynı fotoğraf karesinden firar ederken
düşkün kalplerimiz koca bir dinamitin içinde atıyor.

Retro fal.. doğru söze ne hacet.

Elimizde bundan başka cephane kalmıyor.

1 Eylül 2011 Perşembe

Esmer

Havlayan id ısırmaz esmer, güzelliğini delirmiş bir orduya pay ederken, mahalle ölümüne seferber. ölümüne kadeh kaldırıyoruz, kadehimizin zeminine çöreklenen delirmiş bir asker.
her gece kendine tekabül eden şarkılar söylüyor dinliyor musun.

Stalin’den kaçan komşularla uzun siyah saçlarına çocuklar saklıyoruz.
Vahşi sonbahar 12’den sonra kapalı, ülke genelinde rakılar havada, başkent manzaralı bir mezbahada sol yanımızı kesiyorlar.

. sonra çocuklarla pavyonlarda kovalayıp rüyalarda yakalıyoruz seni.

Uzun siyah saçlarını fazla prokovatif buldukları için kesiyorlar.
en sevdiğiniz rakam hangisidir diye soruyorlar.

hepimiz sıfıra vuruluyoruz.

.

yıldızlardan seken kurşunlar kafatasımızı sıyırıp geçerken düzelttiğin dekoltende şarap paydosu veren diktatörlere selam çakıyoruz, sen demlenirken onların suratlarına abı hayat tükürüyorsun,

unutmuyorsun ilk fondip sek.
ikinci kadeh kalbine tüneyen evsiz bir melek.
sonuncusunda zamanı karelere bölüp içine çocukluğunu sığdırıyorsun.
sarhoş değilsin yalnızca bir baş dönmesi gibi ilelebet.
çok geçmeden anlıyorsun.

savaşta ya da barışta
hepimiz sıfırdan vuruluyoruz.

12 Ağustos 2011 Cuma

Minör -Gam-

Ben vesikalığında süt durgunluğu bulabileceğiniz o yeniyetmelerden değilim, namaza durduğum nadir zamanlarda alnımda albino bir din, kulaklarınıza son çıkan ilahilerden birkaç tane fısıldayabilirim.
Geçenlerde Hiroşimayı okudum ve bu dünyadan istifa ettim.
Ben orrrospu çocuğu diye bastırdığınız o küfürdeki üç r den biriyim,
gözlerinizin seyir defterinde küçük birer ayrıntı,
noel babaya çakmağın var mı diye soran, otuzlu yaşlarını on dördünde tüketmiş babasının yutamayıp tükürdüğü çocuk.

Bir gün çok içtim ve bir cami çeşmesinde yüzümü yıkarken karşılaştığım, yağlı boyayla çalışılmış o imamın arkasında: “ Kıçından tanrı’yı göremiyorum” diyen yaşlı sahafla aynı paragrafta buluştum.
Yaşım büyüktü, kalbim küçük.
İnsanların – biz sevişiyoruz bunlar da yan ürünleri- adını verdiği çocuk parklarında Amerika’yı yeniden keşfettiğim vakit de benzer şeyleri ezberliyordum.
Sonrasında bir gazetenin ölüm ilanında dünyanın en güzel şiirine rastladığımda, içinden bir parça zaman çaldım ve bir park cezası anamın rahminden.

Ben kalbine birden çok çocuk sığdırıp birden fazla adam sığdıramayan o demode aşiftelerden biri, cennet basamağının kırık mermeriydim.

Kulaklarımda imam, kulaklarımda iman: “Esirgeyen ve bağışlayan rabbinin adıyla, bu manifestoyu da rabbinin adıyla oku.” Kalbim solumda atıyordu ve yerli yerindeydi. tamam.

..

Bir gün dedim;
kör olsam bile gördüklerim bana yetecek mi,
mavi suya kırmızı balık yerleşecek mi,
bu musluktaki susuzluk hepimize yetecek mi?

Ben vesikalığında süt durgunluğu bulabileceğiniz o yeni yetmelerden değilim, kaşlarım çatık, yüzeyim dalgalı..daimi bir mülteciyim canı sıkkın bir dolunayın yörüngesinde..

.

Siz uyurken,

Ben bir fincana üç vakit sığdırdım

Elim bir kuş sesine çarptı

Ağladım.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Majör

Kafa yapmak: Şimdi çocukluğu makaslanmış sahte bir sarışınla konuşurken ona Hemoroitin ünlü bir filozof olmadığını kanıtlamaya çalışmam tamamen nezaket icabıysa bu da kafa yapar. Brüt zamanda alınan onca terli yolun sonunda kara göründü diyemezdim.
Kara bastığım yerdi, göremezdim.
Sonrası için: sehpada unutulan gençliğim ardışık iki sayının ilk yörüngesiydi,
kafa yapmak sehpadan yalnızca anahtarları alarak çekip gitmekti.
Şimdi sandığım gibi değilmiş hiçbir şey bu, sandığım gibiymiş her şeyden daha iyi bir şeydi. Kennedy ölürken de hayat devam ediyor, bilmem ki bu iyi bir şey miydi?

.

Kafa yapmak; reenkarnasyona rezervasyon yaptıran taşaklı sahte sarışınlarla asma altında sesli okumalar: kızılderililer kafa yapar, oral seks bağımlıları kafa yapar, politikacılar, korsan ayakkabıcılar, denize açılan bütün yollar, elbiseye insan uyduran gaddar modacılar..içinden üç kısa film çıkarabileceğiniz loş bakkallar.

Şimdi içimden bütün sarışınların saçını siyaha boyuyorum ve aynı anda gülüyoruz. seks hatrı sayılır kaygan bir sanat, belki tutunamayanlar bunun için yazılmıştı, repliğin sonunda bant kaydıyla gülen kalabalığa iştirakti hayat.

hayat Yunancada da aynı hayat.

Kafa açmak: yer altında ölmüş annelerine rastlayan madencilerin rüyalarında kuyu açmak ve gayet hard porn bir gülümsemeyle ayakta dikilirken 7.15 otobüsünü kaçırmak.

Kafa açmak.

Sonunda kara görünse bile.

hayat Yunancada da aynı hayat.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Dilemma Hatun

Çoktandır izmarit atmıyor çocukların üzerine, dumanını faili meçhule karışma hevesiyle havaya savuran bir koca karıya dönüşmeden önce elli yedi senesi vardı, çoktandır çocukların sesini duyamıyor, kulaklarında iki taş plak sallanıyor.
Radyosunu geçtiğimiz yüzyıla ayarlıyorum. Belinde 68 kuşağı, dizlerinde vurulmuş uçurtmalar, aklını ikiye bölen Berlinli bir duvar, müzeyyeni öpmüşlüğü var bir zaman, bir zaman rugan ayakkabılarında gizlediği fantastik bir roman, çoktandır kendisinden haber alınamıyor.

Tanrı’ya inanmasa da o, kabesinden vurulmuş kan kaybeden bir Müslüman. Şahadet nedir öğrenemeden ölecek.

..

Yüzüme bakıyor, bir bardak su uzatıyorum, gülüyor; bir zaman hayatı tabletler halinde bölme konusunda ustaydı, onun için uyku hapı eczaneden kolayca satın alınan devre mülk bir rüyaydı, uyurken saçları saçlarıma karışırdı ve biz daima aynı denize dökülürdük.

Şimdi bile, kendine doğru akan gür saçlı mitolojik bir şelale. Halbuki o, daha bir bardak suya uzanamadan, yatağında altını ıslatarak ölecek.

..

Rahmini Kahire’de bir adama rehin bıraktığı günden beri gördüğü her çocuğa hamile, kırptığı saçlarını sırayla dünyanın bütün yollarına bıraktığı günden beri, kapıda gördüğü her adam Kahire. Sakallı bir cennette çıplak uyuyarak geçen elli yedi sene.

Dayanamayıp soruyorum:

Bundan sonra güzergah neresi?

Çok düşünmeden cevaplıyor:

Karacaahmette bir ölüm sergisi. Çağdaş olduğu kadar klasik

..

Susuyorum, yüzüme doğru akıyor, ona aldığım çiçekleri uzatıyorum
İstemiyor, zaten benim çiçeğim burnumda diyor.
Gülüyoruz.