26 Nisan 2010 Pazartesi
Son Kullanma Tarihi Geçmiş Zaman
Şeklen aranızdayım;
iki mide bulantısı arasına sıkışmış tüm siyam ikizi düşüncelerim, her biri kendilerini emzirmemi bekliyorlar. Kanım çekilmiş; beyaza dönmüş, büzüşmüş kalbim damar uçlarımda atıyor.
Karanlık bir evin bodrum katında saklanan bir çocuktan bile daha korkak görünmeye artık aldırmama evresine giriyorum.
Tüm sözlüklerin tüm kitapların tüm sayfaların silkelenmesiyle oluşacak devasa, coşkun kelime şelalesinde uzun uzun duş almam gerekiyor. Ezberlerimden kurtulmam, bendeki diğerlerini ezmem, toz yapıp havaya savurmam, öğrendiğim her prematüre klişeyi diri diri yakmam..
Bütün bunları düzenli bir sırada yapmam gerekiyor.
Aslında akşamdan kalma bir makinistin geç kalışını izleyen, yaşlı bir trenin raylarda çıkardığı sitemkar gıcırtı ne ise bu zırlayış da o demek.
Farkındayım.
Artık anı yaşamak için söz veremem biliyorum.
Karyolanın başı hep uzak geçmişte…
Uzandığımda gözlerime düşen ışık geçmişin siyah beyaz aksi.
Bu yüzden eski evlere tapınmam. Sarmaşıkların sarıldığı kararmış, çürümüş ahşap duvarlara aşık olmam.
Yorganıma göre uzattığım ayaklarım geleceğin soğuk duvarına değmesi, ileri doğru atılmış her adımda ökçeme çakılmış o soğuk çivilerin sonlanmadan batmaya devam etmesi, tüm bu gelecek sanrıları, kum saatine çöreklenmiş engerekler.
Sonrayla öncenin mahalle kavgasına denk gelmeden yürüyüp gitmeyi öğrenemedim hala.
Ve evet hala ağzımın suyu akarak izlediğim filmleri tekrar izliyorum, ağzımın suyu akarak okuduğum kitapları tekrar okuyorum. Eski ,nadide, köstekli bir saati, dijital bir orospuya yeğliyorum.
Atlı şövalyelerin gökdelenleri ezip geçmesini izlemek, devasa atların vahşi rüzgarında dağılan saçlarımın içinden, tüm geçmiş hayallerin uçuşup atmosfere sinmesini seyretmek, savaşmadan barışabilmek…
Biliyorum
Her biri fazla istek.
Yine de aklımın almadığı, dünyanın çıplak omuzlarından aşağı uzanan saçlarına tırmanan o zavallılar..
Ah o zavallılar! Ne cesaret düşen her saç telini diğer zavallıları boğmak için kullanırlar.?
Simsiyah bir saç yığının ortasında ölü insancıklar, bir saç tarayışının yıl dönümünden arta kalanlar.
…
Bu, yaşadığını iliklerine kadar hisseden, kabarık eteklerini denize dökmüş, yüzyıl önce yaşamış o kadından gelen eski bir sesti.
Ve işte öylesine esti…
22 Nisan 2010 Perşembe
Çiğ
Nihayet uçurumlarında dans
Nihayet uçurumlarında tango intiharları
Ellerini dolduruyor sanki yüzüm
Yetmediğim yerlerde sembolik portreler
Film şeritleri üzerine arttırılan bahisler
Hala
İnatla
diri omuz avında yük
..
Şehirden kastım
Yeni senfoniler yaratmaktaki hüneri oda orkestralarına sığdırılmış
Gizlendikçe parlayan dişi kambur
Şehirden kastım
Dile kolayca yapışan duaların, çekince acıtan temennilerin,
Deriye, kemiğe, yörüngeye işleyen eşiklerin,
Gömleği dolduran gövdelerin
Namlu gören manzaraları
Hey
Susuşumdan kastım
Sese acıkmış dünkü çocukların kulağımı emzirmesi
Punk, kainat ve aile saadeti
Zaman son derece dakik
Maden dağın kanseri ve benimle aynı yastığa baş koyan Medusa
..
Kapı gıcırtısı çiğ ışığı aratmıyor
Çiğ ışık, eti emziren kabuğu.
Nedir bastığımızda taşıran suyu
Nedir bu
Kürke saplı kadın -kadında anlam bulmuş hayvan-
Ben yıllarla öpüştüm -ağzımda bulunan arkeolojik tükürükler de-
Gel gelelim
Vaat edilmiş hiçbir şerbete değmiyor dil
Islak kıvrığı katrana buluyor kandil
..
Tüm olanlardan kastım
Çarçabuk bir ayine benzetildik
Aşırıya kaçan bir sadelik
Ten saydam
Ten tertemiz
Koltuk altı terinde ıslah edilmiş kısrakların koşturmalarına
Titreme diyorduk biz.
19 Nisan 2010 Pazartesi
Uyku Güzelliği
Uykum var dedim korkmadım
Uyurken olacaklardan
Hafızama sızmış ölçekli ülke sınırları
Ve artık asfalt pek manidar -yürümek yapışkanmış yola-
İndirgendik localı apartman kapılarında
Kemikli kışlalarda genç ölmenin vardiyası
Az ötem Meksika
Bakışlarım kaçamak
Kasığın çukurlarına dolmuş ettiğim iman
Yıllar geçti çocuk kaldı başım
Satamıyorum kanımdaki partizan zehri
Döl yataklarına sürülen savaş boyalarında tutulmaların şahane ritmi
Kavganın allahını patlatıyorum mecbur bırakıyorum o tafralı eti
Beyaz bayraklar çekilmiş tırnaklarımla kazıdığım deriden akan panayırlarda
Omuzlarımızda belirgin gün doğumları
Ve –inceden- genelev duvarlarına sinmiş kocakarı duaları
..
Neticede güzeldi uykum gibi
Güzden eskitme bu kış
Neticede bilirim beyhude
Üşüten fırtınalara bu karşı çıkış
17 Nisan 2010 Cumartesi
Gölgesiz Hayvanlar ve Entrikalar
Hadi sıçradığımız yatakları geç -köprüleri de-
Körpe ağızlar budadık başımızı koyduğumuz dizlerin hamallığında
Allaha çıkan kitaplar ısırıyor dilimizi kurt kapanlarıyla gerçekleştirdiğimiz o fransız öpücüklerinde
Hayvanlar akıyor damarlarımızdan
Kesiklerimizde biriken sürüler dolduruyor et meydanlarını
- Bize yanlış oğullar doğurmuş annelerle gelmeyin
Gelseniz de içerde yok deyin-
Kibar çerçevelere sığdırılmış cinayet fotoğraflarına
Numaradan çentikler atıyoruz
Bütün fotoğrafları yakmaktansa
Deklanşöre basan parmağı kızartıyoruz
Okunaklı yüzler arıyoruz gişe önlerinde
Ne zamanmış arkadaş kum zehre yetmiyor
Irzına geçilmiş denizlerde piç oldu boğulmalar
Günümüz vahiy beklemekle geçiyor
Altı yaşın ağırlığı çöküyor -ne fena- otuzluk taburelerde
Merak giydirilmiş bir ciltle sesleniyoruz süsü çürüyen elbiselere
İnanmak zoraki, adanmak seçenek diyoruz
İnanmadan adanmayı seçiyoruz
..
Dur ya da tükürdüğümüz onca rüzgar
Küfrün bereketini çekip alıyor gölge emen tarladan
Dur ya da
Piçe gebe bir Müslüman
Mumu söndüren O Süryani
Gibi
Dergahta fingirdiyor iki günahın vebali.
Amin
Yemişim özet görüntüleri, filmin tamamını kutsayıp omuzlarımda piç edişimin yirmi sekizinci seney-i devriyesindeyim
Işıklar fora, perdelerini bana bağışla.
Tanrım bağışla.
Lanetlenmiş camlarda kıl payı kaçırılmış tutamlarımla, dibe vuruyorum korktuğum gibi,
İrtifa camdan süzülmekmiş
Tanrım kafam güzel,
Yerin altı dediğin şişenin dibiymiş.
ve evet
Burada bulanık her yer
Burnumda o şişe dibi gözlükler.
Tanrım
Senin kırılan tırnağının acısı, bir dağı kanırtmakmış
Vahiy beklemiyorum artık
Boynumu kurcaladığımda dökülenler yutkunamadıklarım,
Bu köprü bana anavatan, geçip gidemeyişlerin vatandaşı cahil ayaklarım
Uzak ve doğu her şey Tanrım
Bir paragrafın tam kalbiyken
Can alıcı satırlarda bozuk bağırsaklarla biten kötü bir son
Burnumu gömemiyorum artık kitaplara.
Tanrım
Ulu- Ortasın
Rayın ırzına geçen trenlerin namuslu yolcularını kandırıyor kulağıma üflediğin sabahlar,
Ve sabah ağzın salyası olup akıyor
Alkole yatırdığı bacaklarını ne de kıvrak aralıyor yarattığın kadınlar
Sarhoşluğun kara deliğine açılan vahşi bir kapı gibi.
Merakımı bağışla Tanrım
Silah fabrikasında eceliyle ölen işçi
Doğuyu dişleriyle öğüten batıl değirmenci
Annesizliğiyle barışık yetim
Nice baş eskiten dizleri yontulmuş nine
Nasıl bir kontenjan sıralamasıyla
Yanında?
İlahi Tanrım
Duy beni
Pegasusa kement atmayı öğrettiğin gibi
Edebimle uçmak istiyorum
13 Nisan 2010 Salı
Albatros
Verebileceğim en sıradan cevap, deha kasesinin dibini parmağımla sıyırmak olmalı.
Buna karar verdirecek sorular bekliyorum.
Üşümek için yer gösterici karlar istiyorum
Çürüğü en fazla bahar olabilecek bir iklim.
Saygıyla eğilmekten çok, keyifle domalmanın gerçeğini parantezine almış küçük dünyama
Küçük dünyama, yuvarlak hatlarıma ve geometrik sırıtışlarıma,
Majör bir ahmaklıkla susarak karşılık verilmesin.
İstiyorum ki
Huzurumun çukurunu doldur.
Görüyorum ki
Bir ayağın sarhoş ve hala çukurda.
..
Penisini ağlamak için kullanan sakalı bit yeniği -hayatımın kahramanı-
Seni çıplağına yaraşır bir savaşla ayartıyorum
Tırnaklarıma kalaşnikoflarla sürdüğüm haki renk ojelerin kuruması
Bir darbe zamanı alıyor
İstiyorum ki,
Sakalın ve tenin birleşiminde çükünü sımsıkı tutan erkekliğimi
Rahmin hava sahasına karargah kuran dişiliğimi
Çapkın bir gülümseyeme sığdırmayı başarabileyim.
..
Mürekkebi tükenmiş bir Tanrı’nın sözcülüğüne soyunmanın tarifsiz kekemeliğiyle sözüm tükensin
Dilime saplı bir şirk
Dilime saplı kutsal bir: Her şey yolunda-
Dilime saplı aciz bir: Ama doğru değil bunlar-
Basamağı sözlük, cennetin dayanılmaz merdiveninden edindiğim
Kafa üstü düşmenin tecrübesi
Büyülü bir cehennem tercümesi
…
Seni çıplaklığına yaraşır şekilde ayartıyorum
İstiyorum ki
Amazon bir başla kıvrılmışken kasıklarındaki tam tam dansına
İhtilal bombalarını
Gözlerime tıka
Ta ki
Tapınmadan sarsılıncaya dek.
Akrilik Adımlar ve Gerisi Geliyor Sonra
Bir tahta merdiven gıcırtısı çıkardı ellerimin bilekleri, saçlarımdan bir tutam uzattım.
Yağma o zaman başladı.
-Bir insanı günün başında düşünmeye başlayınca düğüm atılmaya başlar. Bir insanı düşünerek gün sonlanıyorsa, o düğüm sonlanmaz.- karşılığını alınca o an bir replik düşünmeliydim.
-Tamam-
dedim salakça.
Bir tamam ne kadar salakça söylenebiliyorsa en az o denli bi salaklıkla. Kafamı toparlayamıyordum;
Evlerin çatıları çatırdıyor, iskeletlere iliştirilmiş et parçalarının kıpırtısı, sığ horultular, zarların yırtılışı; şehrin gürültü senfonisinde sizi duymaya çalışıyorum bayım.
Teneşirde bir akşam yemeği, hatta belki bir cumartesi gecesi partisi.
Balkonda sigaranızla sevişmenizi izliyorum bayım. Küller bir orgazm ormanında uçuşuyor, küller sizin umurunuzda değil, belki umurunuzda olabilecek, oksijenli bir pencere.
Havadar bir balkonda vakit geçirirken, bir pencereyi hayal etmek ne komik değil mi?
-Ezber bozanlardan daha kötüleri varsa onlar da rüya bozanlardır.-
diye sesleniyorum size, başınızı çevirmiyorsunuz bayım. Bir an içim burkuluyor, cevapsız kalmaktan ziyade, derdim, yüzünüzü görememek. Kim bilir ben o cümleyi sırf yüzünüzü görebileyim diye kurdum.
Görünmez uçurtmalar uçuruyorum hava sahanıza. Bir noktadan sonra kristal parçalar halinde dağılıyorlar. Bu parçalanmayı sigara dumanınızla ilişkilendiriyorum. Kendimle değil!
Teneşirde bir akşam yemeğinde rastladım dedim ya rastlantılardan hiç hoşlanmam, teneşirlerden, akşam yemeklerinden bir de rastlantısız yaşamaktan hoşlanırım.
İki anın arasına sıkışmış bir anda seslendiniz.
Kulağıma sokulan soğuk bir çiviydi sesiniz.
-Buradayım- dediniz.
Orada olduğunuzu görmeme rağmen, sesiniz çiviydi ve size ait olduğunun ayrımına varamadan cümleniz sona erdi.
Şansım sigaranız bitinceye dek sürecekti, belki o sigara bitiminde bu saçma sapan akşam yemeğini terk edecektiniz.
Direncimin kırıldığını hissediyordum bayım, direncimi kırdığınızı hissediyordum.
Uyurken bile kızıyordum kendime, kendimin canını çıkarıyordum uykumdan uyanırken. Kendine kızan biri başkasına nasıl öfkelenebilir sizce?
Öfkelenemiyorum size.
“ Daha yeni başlıyordum: Susmaktan önce…
Sonra direncini kaybeden bulutun yağmaya başlaması gibiydi her şey. Ve sonra toprak kokusu. “
Bir yetimin, verilen ele uzanması gibi tutuk sesleniyorum size:
-Bayım?-
Ama siz o değilsiniz bayım.
İd
Uzun saçlarında dinlendirilmiş taraklarla düzeltiyor görüş alanını,
burnundan arakladığı kokular, Babil’ in asma bahçelerinde kaçak bir kat.
Yürümek onun için yola vefa.
Yolun başına veda.
..
Aletini bacak arasındaki zenci çelik kasaya ihtişamla yerleştiriyor,
Anglosakson inliyor,
Üzerine tellendirdiği Teksas sigarasının bitimi termal bir mağara.
Biliyor
Tavana asılı bütün yarasalar melez.
..
Siklus, emdiği hiçbir çilek mevsimine benzemiyor.
Kan tutar onu farkında,
Kan tutar onu bırakmaz.
Periyodik cenaze merasimlerinde, ameliyathane emanet edilmiş imam kadar sarsak.
Külotuna daldırdığı ellerini vahşi arı sürüleri sokuyor.
Dudaklarında bir parmak bal.
..
Koyu siyah onda bir ten.
Sırılsıklam bir rayın kavisinde silah dolu bir tren
Herhangi bir çölü aşacak yakıtı duble bir viski kadehi
Siyahtan çöl rengine dönen tende
Ağırlık trenin geçtiği yerde.
..
Etçil çiçeklere ellerini daldıran bir bahçıvan kadar kahraman.
Korkmuyor
Korkunun abdest alınarak işlenmiş bir günah olduğunu biliyor.
Cennetten kovulmuyor,
O cenneti kovuyor.
Boynunda güneşten bir giyotin
Kanı etrafa saçılan billur yıldızlar
Gözlerime arsızca kaçıyorlar
İstiyorum ki
Işıldasınlar
Biraz daha ışıldasınlar.